çaylak arama

Özel Arama

akan başlıklar

31 Ekim 2010 Pazar

oylamayla ilgili bir oylama

http://trend.ly/eski-oylama-vs-yeni-oylama.html

26 Ekim 2010 Salı

çaylaklar ses duyurma 1

ekşi sözlükte çaylaklık ilgili alan bir entryyi bir daha ki haftanın en iyilerine sokarak çaylaklık sürecinin hzılanması için ilk adımımızı atacağız.. 

şimdilik yapacağımız aşağıda vereceğim linkte yer alan entryyi oylayarak listeye sokmak olacak.. sesin gereken yere ulaşmasını isteyen bütün yazarlar üzerine düşeni yapmalıdır.

işte o entry: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=20706563

19 Ekim 2010 Salı

duyduk duymadık demeyin

mümkün olduğu sürece (başlık taşımayla ilgili hata giderilene kadar) başlıkların türkçe karakterle açılması ve eskiden varolan başlığın da türkçe karakterle yeniden açılması rica olunur..

ayrıca; açtığınız başlığın anlık reflekslerden öte genel bir sözlük kullanıcısın herhangi bir vakit sözlüğe girdiğinde anlayacağı şekilde olmasına dikkat ediniz.. yoksa başlık siliniyor..

güncel örnek: bir maça dair skor tahminleri başlığı açılmış ama hangi tarihteki maç olduğu belirtilmemiş.. sanırım takımlar ömürleri boyunca bir kez karşılaşmıyorlar..

bir tane daha:  sözlüğümüz gittikçe anket defteri havası kazanıyor.. hiç de destekliyor değiliz.. yaşasın kutsanmış tümceler..

son olarak gammazlara özel: sözlüğün yöneticilerine ispitlerinizin yardımı çok fazladır.. eğer gammazlık sistemi güzelce çalışırsa sözlük daha kaliteli bir hal alacaktır..

14 Ekim 2010 Perşembe

İsmimi Sormadı... İsmini Sormadım

"Sana ve tüm sandıklarıma.."

çok eski zamanlardı... daha kâmil değildim. daha bulamamıştım, bedeli
olacağım sözcük dizimlerini, "halk anlamaz" diyerek kendimi saklıyordum daha.
gece gündüz içiyor, kendimden geçiyordum.

köprüaltı'ndaydım.. köprüaltı'ndaydı.. köprüaltı'ndaydık.. köprü daha
altımızdaydı. az ötemde duruyordum.. az ötede duruyordu. gözlerimdeki hüzün,
"taşra baskısı.." gözlerindeki hüzün, "kızyurdu yalnızlığı.."

- eskiden, tekel birası vardı, dedim.

- efendim.. yoğurt mu dediniz, dedi.

- eskiden, tekel birası vardı dedim. daha dikik ve daha dolu. tamam
birası birazcık kamu arpalar içerirdi lâkin köprü'ye de yakışırdı.

- ha, şimdi amarcord'um.. evet hatırlıyorum.. bi de golden sakız
vardı. içinden artiz resimleri çıkan. en bir çok da ekrem bora.

ben dedim: "yanıma gelsene.. benimle kalsana.. yalnız benim olsana..
(susadıkça ankara gazozu)

o dedi: "gayet mümkün.." (geldi, kaldı, oldu)

ben dedim: "saçlarınız böyle tuhaf, örgülü.. Vadideki Hayat vardı..
hani dizi.. oradaki kızılderili jim'e benziyor."

o dedi: "ben Rudi Cordeş'i de severdim.. falkonotti ne adiydi değil
mi.. Ramona güzel kızdı.."

ben dedim: "bizim televizyonumuz yoktu.. şimdi acayip bulvar olan bir
aile bahçesinde, çekirdek yiyerek, kaçak Dr. Kimbıl'ı seyrederdik mahallecek."

o dedi: "biz de televizyonu Küçük Ev'in büyük kızı Meri Ingıls'ın kör
olduğu bölümde almıştık."

ben dedim: "beyoğlu civarında şimdi "fast food" ve "atari salonu" olan
her yer, o zaman birahane salonuydu.. değişim en önce beyoğlu ve beyazıt'a
yansıyor bu istanbul'da."

o dedi: "bir çocuk sevmiştim lise'de.. tıpkım eski Tarık Akan.. hani
yerli filmlerdi.. hani uzun saçları ve renkli gözleri vardı onun.."

ben dedim: "bilmiyorum.. her filminde mutlaka, Elmadağ'dan Taksim'e
(en azından bir kere) ağır çekimde koşardı.. akabinde o günün en sevilen pop
şarkısı.. kan ve gül.. gül ve diken mesela."

o dedi: "clip'si şarkılardı.. hayatlarımız clip.. ispanyol paça
pantolonlar, fil kulağı yakalı gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, mini
etekler, favoriler ve bıyıklar.. köylü, kentli demeden tüm hanımlar mini etek
giyerdi nerdeyse. on yıl sonra türban vakası patlaması ne garip."

ben dedim: "bu ülke nerelerine yaşıyorsa bunca hayatı.. ezbere
yaşıyor.. çabucak unutuyor.. sıfırın altında belleği.. anılar emeklemiyor."

o dedi: "1 Mayıs ve Taksim'deki onca insanın yeri.. şimdi her galipli
kupa maçı sonrası, ellerinde bir bayrak, dillerinde slogan, kadınlı erkekli
çıkıp tur atıyorlar.. bayraklar ve sloganlar mı değişti yalnız.. nereden
geliyor bu happening çılgınlık. Taksim niye kusmuyor.."

ben dedim: "devrimciliğimiz de biraz Yılmaz Güney markajı içermiyor
muydu.. erkeglerin hepsi birer Yılmaz Güney kopyası değil miydi.. kısa saç,
küt bıyıklar.. hepsi onun yadigarı.. kafa olarak da belki onun nûveleri ve
gûveleriydik.. bütünsüz olamayan çok tümsek tam tamlardık.. kendimiz değildik
ki belki de bundan yandık.. bütünü oluşturan birer tek tük değildik.. çoktuk
ama yoktuk.. belki bundan yenildik."

o dedi: "menekşe yeşili'ydi prenses süreya'nın gözleri.. rıza şah
pehlevi'den çocuğu olmuyor diye nasıl da üzülürdük."

ben dedim: "ne hızlı yaşlanmışız.. yaşlandırılmışız değil mi.. Haldun
Taner yaşımıza gelmeden, Haldun Taner gibi konuşur olduk.."

o dedi: "çünkü bizim her şeyimiz aşırı toplumsal.. buna kalp mi
dayanır, manda gönünden."

ben dedim: "ne güzel şakıyorsun a bülbül.. uzat alt öperceni, az biraz
öpeyim ufarak."

(öpüştük... öpüştük... öpüştük.. öpüştük..)

- susmak vaktidir dedi. bir arkadaşımın evi var.. kendisi kürt ve
şimdi mülteci isveç'te.

- orada oralım mı oralarımız buralarımızı yâni..

atladık bir taksiye.. bile bile yanlış sokaklara girerekten, bile bile
yanlış caddelere çıkaraktan, bile bile taksicinin teybine bir erkin koray
kaseti koyaraktan, bile bile şimdi apartman olmuş arsalardaki çocukluklarımızı
uzaktan severekten, dediği eve geldik.

o dedi: "ellerin niye bu kadar büyük.."
ben dedim: "seni daha büyük kucaklamak için.."
o dedi: "gözlerin niye böyle büyüdü.."
ben dedim: "seni daha net görebilmek için.."
o dedi: "çükün de hemen kalkmış büyükanne"
ben dedim: "gak, guk.. hatta kem, küm.."

sabaha kadar seviştik.. sabaha kadar ter içtik.. öğlen uyandığımda
yastığın öbür ucu sibirya.. sibirya'ya ilişik bir ufacık not'çuk:

"belki yine, rastlaşırız kimbilir.. belki yine, konuşuruz
çocukluğumuzdan.. belki yine, çıkarken anahtarı su saatinin üzerine bırak..
belki yine, seni çok sevdim.. belki yine, kendine iyi bak, sevgili kimsesiz
çocuk jack"
(seni seven pasaklı sally)

kalktım.. giyindim.. anahtarı su saatinin üzerine bıraktım.. vurdum
aşkşamdan kalma kendimi, bir başka istanbul aşkşamına.. gol oldum.

ismimi sormadı.. ismini sormadım.

"ocak 1992"

Metin Üstündağ

13 Ekim 2010 Çarşamba

türkçe karakter kullanımı

sözlük için güzel bir aşama daha aşıldı.. bu gerçekleşirken teşekkür etmemiz gereken bir isim var.. "fundadaburda" isimli gammaz yetkili arkadaşımız elinden geleni yaptı ve bu sorun halloldu.. bu konuyla gördüğünüz hataları bize mesajla bildirmeniz hoş olur.. iyi sözlükler..

11 ekim 2010 haftasının şarkısı: "battaniyem"

havalar soğumuşken böyle bir şarkı iç ısıtır.. multitap isimli grubun enfes parçasının sözleri:

dur bugun benim gunum
kapandi uzgunum
sikildim artik insanlardan
hic durmadan aralar 
hic sormadan gelirler
hic yalniz olmasinlar
mutsuzlar

kendi kendilerine kalmak ne zor gelir ki
rehberinde yer bulur isminin bas harfi
caldi bak ziril ziril telefonun zili
acmadim, bozmadim keyfimi

patlamis misir, kahve fincanim
korku filmi 
gelmesin sakin uclu koltugun supriz ismi
yordu onlarin sahte dertleri 
gecti simdi

battaniyem kareli 
battenitem degerli
her saniyem degerli
her saniyem


http://fizy.com/#s/1lriqy

9 Ekim 2010 Cumartesi

yeni site ve eksiklikleri

www.caylaklarsozluk.com' a taşınalı çok olmadı. bunun yanı sıra bulup kullandığımız sözlük scripti istediğimiz ayarda değil.. ilk amacımız olan çaylakların sesini duyurma işlemini gerçekleştirmek ve çaylaklara yönelik bir sözlük yapmak için bazı hatalara bir müddet katlanacağız..

ayrıca ben de blog yazarı olmak istiyorum.. sözlüğün haber kaynağı/dergisi/ fanzini olan bu sitede benim de yazacak hikayelerim, denemelerim, şiirlerim var diyorsanız..  aşağıdaki adrese mail atın sonra gelecek daveti onaylayın..

ilk yazılara göre onaylanacaktır yazarlar..

mail: caylaklarsozluk@gmail.com

2 Ekim 2010 Cumartesi

blog yazarlığı

1) blogda yzar olmayı istemek: bunun için http://www.caylaklarsozluk.com da yapılacak duyuruların takip edilmesi gerekmektedir..

2) blog yazarı olmak: bunun için öncelikle yazacak bir şeylerinizve yazma isteğinizin olması lazımdır..

sözlük dergisi (mecmuası, fanzini) olarak kullanılacak bu sayfa için yazar olmanız için sözlük yönetiminden kişilerle iletişime geçmeniz gerekmektedir.. bunun için uygun vakit sözlükten duyurulacaktır..

30 Eylül 2010 Perşembe

caylaklarsozluk.com

sözlükspottan kurtulmak için atılan adım.. henüz istenilen gibi bir yer olmasa bile, kısa süreye ufak eksiklikler giderilecek sonrası ise gelecektir..

ayrıca blogla da yazarların tekrar ilgilenmesi dileğiyle..

27 Temmuz 2010 Salı

yazar bilgilendirme..

taşınma işlemi beklediğimizden uzun sürdü.. yaz günü soğuk almayı becermem ve yorgan döşek bir hale düşmem süreci erteledi.. yoksa geçen hafta beraberce açılışı yapacaktık.. sanırım bu hafta size bu haberi vereceğim..

haftanın şarkısı (2)

NE GÜZELDİK OYSA BİZ

başka yüzler asılmasın diye
ilmeği geçirdim aşkın boynuna

koynuna veda ettim
huzuru feda ettim
tüm vebali kabul ettim
ne güzeldik oysa biz

sen çok seven ben şizofren
e böyle bil bir şey demem
yeter yaşadığını bilmem
ne güzeldik oysa biz

ağlasın tüm filmler
mutlu bitseler bile
susup kalsın şiirler
şeydası küsmüş güle

ama bunları göze aldım
bile bile yalnız kaldım
ardından bakakaldım
ne güzeldik oysa biz

bu cenkin galibi kim?
kim mayıs, kim kızıl ekim?
çok kan aktı nitekim
ne güzeldik oysa biz

koynuna veda ettim
huzuru feda ettim
tüm vebali kabul ettim
ne güzeldik oysa biz


25 Temmuz 2010 Pazar

masa

Masa kalabalıktı. Hiçbir tercihin birleşimi olmazdı bu yığın. İçtiğim biraların çabucak bitmesi, masada muhabbetin şen şakrak olması, benim tek kişilik yolculuğuma onunla devam etmek istemem benim her yudumumda biraz daha ilerlemem, yolun engebeli bir hale gelmesi, muhabbetin benle ters istikamete ilerlemesi onun muhabbetin peşinden gitmesi, cümlenin bitmemesi…

Dört saat sonunda benim yoldan çıkmam, içki yolunda trafiğin sıkışması, birkaç bakışma, aslında uzun uzun bakmam, birkaç kez bana bakması (dram)

Aslına bakılırsa sürekli tekrarlanan kötü bir oyunun “seyircisiz” bir şekilde tekrarlanması. Bir umutla her seferinde sahneye çıkmam sonunu getirmeden yorulmam ( Ne bu oyun böyle sürerdi ne de sonu gelirdi.) Birkaç ikinci perdeye geçilmesine rağmen yarıda kalan heves, kesilen nefes ( sadece kafiye).

Geçen zaman, süren muhabbet, içkinin beni yoluna alması, benim yol aldığımı sanmam. Gittikçe acılaşan bir hikayede bir sonraki satırda satırla filmin kesilmesi. Trafiğin kapanması, yolun bitmesi, masadaki kontenjanımın uzun uzun bakışmalara hakkı olan ve bol seyircili bir oyunun oyuncusu tarafından doldurulması.

Yalnız kalmam, tekrar yanılmam

22 Temmuz 2010 Perşembe

merhaba arkadaşlar..

http://eksisozlukcaylaklari.sozlukspot.com adresini kullanarak sözlüğe girmemiz gerekiyor.. diğer adresi şimdilik kapatıyoruz ve düzenlemelere başlamamız gerekiyor..

 ayrıca bloga ben katkıda bulunurum, bu işte diyen arkadaşların bana ulaşmasını bekliyorum.. yazmayacak arkadaşları beklemiyorum..

                                                      (TEMSİLİ ÇAYLAK)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

yeni sözlük için genel bilgilendirme..



daha sağlıklı bir şekilde yazım hayatımızı sürdürmemize olanak verecek, bizle beraber büyüyüp şekillenecek, her aşamasında beraber olacağımız ve sesimizi daha rahat duyuracağımız sözlüğümüz için çalışmalarımız bir kaç eksik nokta kaldı..

sizlere en kısa zamanda bu durumu oluşturmak için elimizden geleni yapıyoruz,bundan emin olabilirsiniz.. fakat bunu yaparken acelece yapılmış ve çok hatalı bir yerler karşınıza çıkmak istemiyoruz... illa ki yeni oluşumda da hatalarımız olacak ama bunlar beraberce düzeltebileceğimiz türden hatalar olacağı için bunları bulmak ve düzeltmek de keyifli olacak kanısındayım..

yazar görüşlerine (makul olduğu sürece) dayalı sözlük anlayışımız gereği süreçten sizi habersiz bırakmak hoşuma gitmez.. bir çoğunuz bu sözlükten önce başka sözlüklerde gördünüz ve oralardaki yanlış yönetim anlayışına inat böyle bir yolda devam ediyoruz.. bu konuda moderatör arkadaşlarımıza yardımcı olalım..

herkse iyi haftalar diliyorum ve yeni haftanın sözlüğümüze yenilikler getirmesi dileğiyle..

"çaylaklar sözlük moderasyonu"

16 Temmuz 2010 Cuma

gerizekalı

yiğit özgür bu sefer tarzının biraz dışına çıkmış ama tam yerinde yapmış bu hareketi.. gerizekalı olduğunu kabul etmeyen bütün herkese gelsin..

http://img401.imageshack.us/img401/9981/gerizekali.jpg

14 Temmuz 2010 Çarşamba

daha önce yazılmış olan entryler

yeni sözlüğümüz açıldığında eski sözlük açık kalmaya devam edecektir.. böylece parça parça entrylerimizi taşıyacağız.. bunun daha kısa yolu yok muydu diyenler için gereken cevabı bir müddet sonra vereceğim.. inanın daha kolayı olsaydı kesinlikle o yapılırdı.. beraberce yapacağımız bir iş olacak..

detaylı bilgiyi daha sonra sizlere vereceğim.. sebepleriyle beraber..

bir şey diyeceğim..

www.caylaklarsozluk.com şimdlik buradan şu an ki sözlüğe girebiliyoruz.. kısa süre sonra da kendi sözlüğümüze geçmeyi düşünüyoruz..

13 Temmuz 2010 Salı

artık sevgi bitti...

..klişe sözdür duyarız, biliriz.. "aşk çabuk geçer ama sevgi kalıcıdır.."


bu sefer de şu soru sorulur! aşk neden çabuk geçer?


İlişkinin başlangıcındaki heyecan… Ulaşılmazı elde etmenin duygu yoğunluğu… Günler geçtikçe birbirini tanımanın, keşfetmenin de etkisi ile ilk anlardaki ayakların yerden kesilmesi halinin azalması. Tabi bu çok da kötü demek değildir. İki taraf da kalıcı ilişki insanıysa; karşılıklı keşfetme evresinde sevgi oluşur… Çok fazla sorunlu olmayan yolunda giden ilişkilerde aşkın ilk anlardaki ateşinin yoğunluğu olmasa da sevginin yoğunluğuna katkısı büyüktür…


Ne yazık ki bazı ilişkilerde sevginin bitmesi ilişkide zaman ilerledikçe; yaşanan bazı olumsuzlukların fazlaca olması aşkı bitirip sıfırladığı gibi, aynı zamanda sevgiye de zarar verir. Bu zararları telafi etmek de sadece tek tarafın omuzlarına yüklenmiş ise; en başındaki tüm güzellikler kum saatinden akan kum gibi zamanla dibe iner ve yok olur...


Ve kaçınılmaz son "artık sevgi bitti..."


.

kitap kafede hala bedava kahve içebiliyor musun
merkez camii'de namaz kılıp sonra ayşe teyze'ye mi hayıflanıyorsun
çok beğendiğimiz tatlıcı var ya;
orada çay içip, yanında getirdikleri bisküvileri yine tek başına mı yiyorsun
"gülü öldürdün" diye kızıp sonra "ben lale severim" diye kime çıkışıyorsun
neye kampuste gece vakti uzun uzun bakmak istiyorsun
ve başındaki örtünün hakkını vermek için neyden başını çeviriyorsun
otobüsten inip yurda yürürken hangi türküleri söylüyorsun
ya da hangi türküler sana seni söylüyor
pansiyonun olduğu sokak var ya;
oraya gitmekten hala korkuyor musun
ya kahve sokağı;
orada yine tek başına mı kahve çekirdeklerini soluyorsun
zeytinyağlı görünümündeki tuzlu dolmaları kime ikram ediyorsun
kahvaltıda kimin patateslerini aşırıyorsun
urfa sofrası mı neydi
oraya hala gidiyor, sonra bir lahmacun üstüne bir de urfa yiyor musun
şimdi hangi hocayı yakışıklı buluyorsun
hala çeşit çeşit bitki çayları içiyor musun
hastanedeki tünelden gece geçerken hala mı korkuyorsun
anatomi salonundan hala kemik ödünç alıyor musun
bak kürt açılımı falan yapıyorlar ne diyorsun
kürt demişken;
hala kürtçe öğrenmeye çalışıyor musun
her gün çok çok yemek yiyip sonra elli biri elli yapmak için rejime mi başlıyorsun
otobüste yanına oturduklarınla arana bir tepsi kayısı koyuyor musun
interneti hala deccal olarak mı görüyorsun
hala kemal'e ve kemalistlere büyük kötü hisler besliyor musun
bengü mü neydi arkadaşının adı;
onla aran bozulunca hala "böyle yapacaksan flash'i hiç verme" mi diyorsun
düşüncelerinden hızlı koşmayı becerebiliyor musun
yoksa ümitlice hala buna mı çalışıyorsun
hala vedaları hiç sevmiyor musun
ve hala sevmiyorsan; yağmur altında sana gittiğini söylemeyip, giderken son kez bakabilenlere sen son kez bakamadın diye kızıyor musun
ne haber ne yapıyorsun

.

uyku beni koynuna almakta
çaresiz gözlerimin sevdasına kanmaktayım
yitip giden günün ardında
yine ben yine gece ve yine karanlıktayım

Yedi Yaşında İki Çocuk

ilkokulda, öğretmenim bana şarkı söyle dediğinde,

"Yedi yaşında dillerim
Yedi yaşında düşlerim
Panzer ezdi yüreğimi
Donup kalan gözler benim."*

Türküsünü söylemiştim (Aslında türkü mü hala bilmem. İç yakardı, orası kesindi.). Daha yedi yaşımdaydım. Yedi yaşındaki bir çocuk neden söyler ki bu dizeleri? Öğretmenim arkasını dönmüştü. Çöp kutusunun bulunduğu köşeye doğru yavaş yavaş ilerleyerek, bizden sakladığı yaşlarını silmeye çalıştı. Bir şeyler vardı. Yedi yaşındaki bu çocuğun hikayesi neydi? Ya yedi yaşındaki öbür çocuk, yaşıtının hikayesini nereden biliyordu?

Yedi yaşındaki öbür çocuk hiç unutmadı o günü; öğretmenini ağlatmıştı. Yıllar geçti, büyüdü. Bir gün üniversitedeyken, "türkü söyle" dediler yine ona.

"Açlık mı yemiş ömrünü yavrum,
Al sütümü iç kızım."

dedi. Yine üzüldü herkes. Bardaklar boşladı, doldu. Sonra sordu biri; "neden böyleyiz biz?" ve cevapladı artık büyümüş olan yedi yaşındaki öbür çocuk; "çünkü böyle büyümüşüz biz.".

Yedi yaşında başlamışız duymaya, görmeye. Bu bizim elimizde değildi. Yedi yaşındaki o çocukların yaşadığı yerler böyleydi.

Yedi yaşındaki öbür çocuk büyüdü; yaşıyla yaşadı neticede. Ya yedi yaşındaki o çocuk mu? O hep yedi yaşında kaldı. Panzer ezdi yüreğini, donup kalan gözler onundu.

* Dizeler, Grup Özgürlük' ün "Sevcan" adlı parçasındandır.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

An

an kısaydı hemde çok
hikaye uzundu ama
an uzadı
hikaye uzadı
uzaklar daha da uzaklaştı
yakınlarda pek kimse yoktu
zaten olması garipti.
olay dört mevsimdi
hepsinin adı sendi
sen diyince bu dil
gerisi gelmemekte inat
işte o zaman
an uzadı
hikaye de...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

güzel günler..

çaylaklar sözlük; yazarlarına yakışacak bir hareketin peşindedir.. bunun için olanca gücüyle çalışmaktadır yönetim ekibi.. el emeği göz nuru bir şeyler yaratmak için harcanan çabanın hiçbir maddiyatla ölçülecek karşılığı yoktur..

ekmek satın almaktan öte kendi ekmeğimizi yapma çabamız kısa süre sonra sonuç verecektir.. bütün yazarlara şimdiden güzel bir pazartesi diliyorum..

sizlere güzel bir şarkıyla veda ediyorum:
http://fizy.com/#s/1061ox :)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Uzaktaki Sevgili

Uzaktaki sevgili daha bir değerlidir yakındakine göre. Yakındaki sevgiliyi istemesen bile görecekken, uzaktakiyle buluşmayı aylarca beklersin. Aradaki mesafeler aşkınızı daha da yüceltir. Onunla geçirdiğiniz zamanı daha değerli kılar.

Uzaktaki sevgili için günler öncesinden planlar yaparsınız; nereye gidelim, ne yapalım diye. Onunla olan buluşmanızı beş yaşındaki çocuğun bayram öncesi heyecanı gibi bir heyecanla beklersiniz. Bütün hazırlıklarınızı önceden yapmaya çalışırsınız ama mutlaka bazı şeyleri o gün yapmanız gerekir. Biraz huzursuz olursunuz onları yapana kadar ama içinizdeki buluşma heyecanı sönmez gene de. Buluşma saati yaklaştıkça zaman daha da yavaşlar sizin için. Durmaya yakın bir hızda ilerler.

En sonunda o an gelir. Değişik, tarif edemeyeceğiniz duygular kaplar içinizi. Bir rüyadan başka bir rüyaya geçiş anıdır o an. Uzaktan birbirinizi görür, gülümsersiniz. Çok mutlusunuzdur. Aylarca özlemini çektiğiniz, canınızdan çok sevdiğiniz insanla aranızdaki mesafe kilometrelerden metrelere inmiştir. Size doğru yürümeye başlari yüzündeki tebessümle. O an sadece onu görüyorsunuzdur, kulaklarınız etraftaki seslere pek aldırış etmiyordur. Yanınıza gelmiştir uzaktaki sevgili. Aylardır göremediğiniz insana sarılırsınız sımsıkı, hiç bırakmayacakmışçasına.

Buluşmaya gelene kadar çok ağır ilerleyen zaman, buluştuktan sonra son sürat akmaya başlar, ta ki sevgilinin gitme vakti gelen kadar.

Otobüse binme vakti gelir sevgilinin. Binip, yerine oturur. Siz dışarda beklersiniz, araba kalkana dek biraz daha göreyim diye. Bakışırsınız son kez, el sallarsınız. Otobüs gider, siz tek başınıza kalırsınız kalabalığın içinde. Zaman normal hızına döner. Siz ise daha yeni ayrılmış olmanın verdiği hüzünle daha çok özlemeye başlarsınız uzaktaki sevgiliyi. Ayrılalı beş dakika bile olmamışken bir sonraki buluşmanın planlarını yaparak, hayallerini kurarak evinizin yolunu tutarsınız; buluşmanını verdiği sevinç, ayrılmanın verdiği hüzün duygularını aynı anda yaşayarak.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Gidişim

korktum üzerime toprak atılınca
annem kızacak diye
karbeyaz üstüm çamurlar oldu.

yarim beni andı
iyi adamdı dedi
cenazeme de geldi
sağolsun
ruhum şadoldu.

1 Temmuz 2010 Perşembe

ekşi sözlük' te çaylak olmak

ekşi sözlük' ün ilk kuruluş şekline ve beklenenden büyük/hızlı olan büyümesi doğrultusunda ilk başta mantıklı görülmekle beraber zamanla anlamını yitirmiş ve bir işkence haline dönüşmüş bir uygulamadır çaylaklık..

mevcut duruma bakılırsa ekşi sözlük artık popüler kültürün bir parçasıdır.. durum böyleyken; böyle bir kültürsüzlüğün içinde tavrını sergileme maksatlı bir uygulamaysa çaylaklık, durum yine de pek mantıklı görünmemekte.. zaten ekşi sözlük sahip olduğu yazar sayısıyla bütün hareket etme hamballığından/fikrinden uzaklaşmıştır..

sözlüğün adını duyuracak yahut yaptıkları hareketlerle adını büyütecek yazarlar, yapabileceklerini zaten yapmakta yahut yapmamaktadırlar.. sözlüğün daha kalabalık olmasının bunda bir etkisi olmayacaktır.. zaten sözlüğün eski halini bilen ve bundan ötürü sözlüğün şimdiki halini beğenmeyenler için değişen çok bir şey olmayacaktır..

yapılan bazı toplu alımlarla bu çaylaklık hadisesi kimi zaman delindiğine göre, bu durumun son bulması çok da imkansız bir durum değil.. herkesin bir kalemde yazar olması pek bir mantıklı görülmemekle beraber şu anki işleyişten daha güzel bir sistem düzenlenebilir.. bunun yapılmaması ise kişinin niyetinin hafif desteğiyle beraber farklı yorumlara sebep olabilir..

30 Haziran 2010 Çarşamba

Tech Deck


Şimdi bildiğiniz üzere, kısa zaman önce reklamlarında parmak kadar kaykaylarla, hiperaktif bi punk back ground müziği eşliğinde, fiziğe aykırı hareketler yapılan tech deck denen uyuz bişe çıktı.
İlk gördüğümde nefret ettim, ama sonra arkadaş baskısıyla aldım. (kaykay seçme aşaması bir ömür)
Şimdi bu olayın kaykayı var, merdivenler falan yapmışlar güzel görünüyo falan, ama ne kadar uğraşsamda o adam gibi zıplatamadım kaykayı neyse zamanla olur dedim.
3 haftadır sraforlu karton üstünde işi gücü bıraktım alıştırma yapıodum 1 cm ye yakın zıplattım sonra. (kaykayım uçuyo şahitlerim var)
Sonra düşündüm ben ne için yapıyorum bunu diye amaç bulamadım.
Sonra arkadaşıma da aldırdım karşılıklı oturup zıplatıyoruz şimdi.
Beyninin değer yargıları 20 dakika ile 35 dakika tech deck ile oynadıktan sonra kaybolduğu için "aslında iimiş haa, olum half tube satılıyo ondan da alalım" demeye başlıyosunuz
bu konudan bahsetmemdeki amaç şudur ki bu saçma şeyi sözlüğe de bulaştırmayı düşünüyorum turnuva yapalım mutlu olalım diye.
tohumları hazırlıyorum (joker gülüşü) kardeşimin doğum günü hediyesi bilin bakalım ne olacak
tabiiki tech deck.
sonra oradan onun arkadaşına diyerek bulaşacak size ulaşacak
sonra dünyayı ele geçirecek.
ollie yaptık şimdi sıra nollie de.
şöyle bir sıkıntı var zeki müren diksiyonuna sahip olmadığınız sürece insanlar siz nekadar bastırarak "tek dek" derseniz deyin "tek tek" (ibrahim tatlısesten inciler döktüren bile oldu) anlıyolar. onun için yazılı vermek daha mantıklı geliyo bana.

SORULARLA YOK YERE ÖLMEK

Kaç kişi hatırlıyor acaba şimdi elazığ depremini? Kaç şiddetindeydi richter ölçeğinde kaç kişi öldü?
Kaç kişinin aklında kaldı saçma bir davadan neden yargılandığını bilmeden tutukluluk halinde yada sağlığı bozulup hapisten çıktıktan sonra hayatını kaybedenler? Var mı hesap soranı bu insanlar neden ölüyor diye? Neden saçma bir düşmanlık yüzünden kardeş katli yapılıyor diye?
Cevap verelim: YOK!
Öyle alışkın bir milletiz ki unutmaya, daha dün yaptığımızı hatırlamayız. Öyle sudan sebeplerle insanları harcarız ki herhangi bir ölümü çabucak unutabiliriz.
Deprem olur, Allah’ın işi der sineye çekeriz, hastalık gelir, Allah’ın işi der acısını çekeriz, kardeş kardeşi vurur, onlar düşman der köşeye sineriz!
Peki nerde kaldı insanlık, nerde her insanın en büyük hakkı, YAŞAMAK!
Altı şiddetinde bir depremle, kul yapımı bina altında kalan insanın ölümünden neden yaratan sorumlu olsunki? O yaratmış, akıl vermiş, köşesine çekilmiş bunlar ne yapar eder aklını kullanmaz birbirini öldürür diye izliyor! Yaratanın verdiği akılı kullanıp neden deprem bölgesinde, depreme dayanıklı konut yapmazsın ki?
Özgürlük, düşünceyi açıklamak, yaşamak kadar değerli değil midir? Bunları söyledi diye kaç insan öldü soğuk taş duvarlar arasında yıllarca bir insan yüzü görmeden, kimi işkence sırasında, kimi askerlerin kapısında nöbet tuttuğu kirli bir hastahane odasında!
Peki kardeşce yaşamak dururken öldürmek niye? Neyi paylaşamıyorsunuz da böyle vuruyorsunuz birbirinizi! Nedir insan canından daha değerli olan, neden boş siyasetle uğraşıyorsunu ki? Yıllarca kardeşçe yaşadığınız topraklar neden şimdi bereketsizleşti? Anlatsan inanmaz dünyanın başka bir köşesindeki insan! “yahu duydun mu? Beraber emperyalist devletlere karşı savaşanlar şimdi birbirlerine kıçlarını dönmüş yok ben şunu isterim, yok ben şunu vermem diye kavga ediyorlar. Bu yetmiyor gibi bir de kanlı bıçaklı olmuşlar! ”
Sadece biraz sorgulamak lazım, kaybedilenleri, daha çok kaybetmemek için. Çünkü giden dönmeyecek geri, “yalnızca sen kalsan da dünyada, dünya senin isteklerine boyun eğmeyecek! Kendi bildiğini okuyup yine dilediğini eyleme geçirecek!”
Öğrenmemiz gereken insanca yaşamak sadece! Herşeyin farkında olarak, utanmadan, çekinmeden, korkmadan! Başımız dik, özgürce! En önemlisi yok yere ölenin yerinde birgün kendimizin de olabileceğinin bilinciyle!

29 Haziran 2010 Salı

Dip

Güneş yukarıda ışıl ışıl. Enseniz yanıyor daha ilk sabah ışığıyla. Su ileride sizi bekliyor. Herşey gibi... Şu küçük tekne mesela. Sadece sizin için üretilmiş nerdeyse. O kadar güzel bir ahenk ki...

İnsanın "dört"te "üç"ü suymuş ...

Suya ilk girişte güneş hala sizinle. Geriye kalandan sesleniyor. Tadını çıkarmak lazım. Tuzun tadı ile yine aklınız başınıza geliyor. Pes etmek olmaz başladık bir kere... Şimdi biraz derine. Dışarının sesi, kulaçlarınızın sesi... Derken küçük bir balık sürüsü gördünüz bile. Farkına varmadılar daha. Ama keskin dönüşleriyle uzaklaştılar bile... Seçemedik...

Nefes almak ihtiyacı belirdi ama dalmaya devam. Basınç kulaklarınızda burdayım diyor. İlk merhaba... Ters döndüğünüzde kabarcıklarınızın yükseldiği havayla suyun sevdasını görürsünüz. Sevda büyük bir aşka dönüşür, güneş süzmelerinin eşliğindeki birleşme yerinde ve gökyüzü daha bir mavi, deniz daha bir sarıdır.

Aşağısı şimdi daha bir karanlık. İnmeye devam edin. Her denizde ve herkesde farklıdır. Geriye kalan o "bir"i doldurduğunuz yer diptir. Ne deseler inanmayın...

öylesine

Bir Ferhat’ın Şirin Sevdası

Nefes almak kadar alışılmış gelir ferhat’a, şirin’e sevdalanmak.
Sanki gözkapaklarının ardında bir resim şirin, her göz kapamada karşısında
Yada hiç durmamış ülkenin sanatçıları, dağlara kazımış şirin’i, her yan şirin!
Gül mü kokardı teni, ne kadar da beyazdı bilmez,
Aydınlık bakan iki göz görmüştür ferhat, karanlık bir peçenin altından

Şirin mi derler, güzelliği dillere destan da değildir, aslında adına da uymaz güzelliği
Pek bi küçük, pek bi sevimsizdir.
Burnu büyüktür yüzüne göre, suratına yakışmaz, alnı alabildiğine geniş
Bir çirkindir ki sormayın, ferhat bunun nesini sevmiş

Sorsan ferhat anlatsa, anlatmakla bitiremese o alabildiğine aydınlık gözleri
“Bir bakar, yeşilırmak gibi, görenler kıskanır da şirin’ime laf atar
Öyle derin bakarki boğulmamak elde değil
Güzel diyemezler korkarlar, bilirlerki şirin onlardan güzeldir,
Ah sevdiğim içerimin ateşi, güzel gözlü yarim
Görmesem de cemalini, yüreğim önünde secdede git demezsen kaldırmaz başını
Aşk mı kör etti kara sevdalık mı bilmem, sen iste dağ mı kılar sıralı,”
Ey amasya dağları diz çök bu sevda önünde, ferhat’ın gürzünün sesidir kulaklarında çınlayan
Yada akan sudur, ferhat’ın son darbesinde ciğerlerine dolan…

“Sen misin Şirin? Ferhat senin’çün mü öldü? Yok yere ölmek dedikleri bu olsa gerek!”
“Sus! Ki sen Ferhat değilsin! Ferhat gözle bakmayana Şirin ne gerek!”